Bulutlar
sıcak... Gölgeler gürültülü...
Bir Osmanlı köşkünün bahçesinde
derin düşüncelere gözlerini sımsıkı kapamış bir külkedisinin Mısır yontularını anımsatan
kıpırtısızlığında erinçli bir güzellik yuvalanıyor. İzleyerek dinginleşiyorum... Bahçedeki kadınlar aslan gövdeli sfenkslere
dönüşürken durmadan açıp kapanan ağızlarından dökülen sözcükleri karıncalar
sürükleyerek götürüyor. Oysa iki sfenks yan
yana oturduğunda sessizlik konuşur. Yunan sfenksleri neden kadın yüzlüdür? Dönüp külkedisine bakıyorum... O kendi içinde oturabiliyor. Bense gövdemi plastik bir koltuğa
yerleştirmiş, dirseklerimle önümdeki
yuvarlak masanın üstüne dayanıyorum.
Artık hiç kimse bağdaş kurup kendi içinde oturmuyor. Söyleşilerse
yuvarlak masaların çevresinde koşmaca oynuyor. Masalar belki de bu yüzden
yuvarlak...
Bir genç geliyor sanki yürüyerek
kırlardan... Sol elinde bir yürüyüş
sopası, sırtında bir bez çanta iyice
eskitilmiş. Kimsesiz bir masanın yanına
oturup çantasından kalın bir Kemal Tahir çıkarıyor. Oysa kırlarda özgürce dolaşabilecek biri; belki de dolaşmaktan usanmış biri. Betiğini açıp başlıyorsa da okumaya gözleri
ikide bir havalanıp süzeduruyor bahçedekileri... Ah şu gözler! Hiç usanmazlar dolaşmaktan köşe
bucağı...
Bence bahçe masaları uzun
olmalı. Öyle uzun olmalı ki bir ucları kırlara
doğru uzayıp giderken ağaçların her yöne dallanması gibi gövdelerinden yeni masalar
masalanmalı. Bu bitimsiz masalarda yeni
konuşmalar konuşmalanmalı. Ezgilerini kuşlar kapıp kaçmalı. Sözcüklerinden hiç görülmemiş çiçekler açmalı...
Ö. Özdil
27 Eylül 10
Adile Sultan
Kasrı Öğretmen Evi, Altunizade.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder