Fotoğraf: Bafa Gölü (XXI. Latmos Koşuğu görünüsü) / Ö. Özdil

30 Mart 2012 Cuma

Şiirsel Çeşitlemeler 478




ilkyaz çiçekleri çıkar dağlara
sönükleşirken
bitmeyen çağrısı tapınakların

                       Ö. Özdil / 30 Mart 2012

28 Mart 2012 Çarşamba

Kekova Koşukları XIV



nereden bilsinler?:
Simena'ya
kayalıklardaki pıhtıya
o kızıl toprağa
acımayla yürüdüğümü...



                                                           Ö. Özdil / 8-10 Ek. 08 / Üçağız


21 Mart 2012 Çarşamba

Uzay Koşukları XII



bilmenin gereksizliğiyle
deviniyor uzay…

nerden bilsin Güneş:
çalgıcı böceklerin onu beklediğini
bir yaz dinletisi için sıcacık


                                                       Ö. Özdil / 7.VII.10


19 Mart 2012 Pazartesi

Anlatı 4


Anlatı 4



Koşarken yoruluyorum gitgide...  Bitiş noktasına daha çok var...  Bacak kaslarımda yavaş yavaş yükselen ağrının etkisiyle bir düş kurmaya başlıyorum elimde olmadan:  Eve varmışım.  Terli giysilerimi çıkarıp içi sıcak suyla dolu küvete girmişim.  Sertleşen kaslarım sıcak suyun etkisiyle yavaş yavaş yumuşamakta...  Bu tatlı düş önümdeki yolu büsbütün uzatıyor...  Eve varmak neredeyse olanaksız gibi görünüyor...  Koşuyorum,  ama bitiş noktasına daha çok var... 

Bacaklarımdaki ağrıya ya da bitmezmiş gibi görünen yola odaklanmamak için bir başka düş tasarlıyorum üstesinden gelebilmek için koşunun: 

Bitiş noktasına varmayı hiç istemediğimi varsayarak sürdürüyorum koşmayı...
Bitiş noktasına varmayı hiç istemesem de her adımda biraz daha yaklaştığıma üzülüyorum neredeyse...
“Yorgunluktan yere yıkılsam da bitiş noktasına varmak istemiyorum!” diyorum kendime...

Elli metre kadar ilerde,  yolun kıyısında birbirine çok yakın duran üç ağacı görüyorum...  Birkaç hafta önce dönüş noktasını belirliyorlardı benim için...  Ağaçlara doğru yaklaşıyorum...  Hiç istemeden geçiyorum ağaçların kardeşçe yan yana duran güzel gövdelerini,  ilkyaz güneşini bekleyen çıplak dallarını... 
Bacaklarım sanki istem dışı çalışıyor...  Hiç istemesem de beni yol boyunca sürüklüyor... 

Az önce uzakta duran şu kimsesiz,  ak boyalı, simitçi arabasını da geçiyorum... Camlı dolabın içine serilmiş kâğıdın üzerinde yalnızca susam tanecikleri kalmış...
Deniz güneşin altında pırıl pırıl parlıyor,  ama hava serin...

Her allahın günü gitar çalıp şarkı söyleyen adam yine aynı yerde:  kıyıdaki gezi yolunun yanında,   kayaların arasında kendiliğinden boylanmış o yapraksız incir ağacının altında...   Birazdan yine önünden geçeceğim...   Gitarı kılıfında duruyordu az önce;  meğer sigara da içiyormuş...  Neden yaz kış demeden her gün aynı yerde gitar çalıp şarkı söylüyor bu adam?  Deniz mi onu çeken,  kıyıya vuran dalgalar mı? Utanmasam soracağım...  İşte göründü...  Beton duvara oturmuş,  çalmaya,  söylemeye de başlamış...  Yolun karşı kıyısında genç bir kadın sıraya oturmuş gitarcının şarkısını dinleyerek parıldayan denize,  adalara,  belki de daha uzaklara bakıyor...  Dinleyen birileri oldu mu gitarcı sanki daha istekle çalıyor,  vurguları daha belirginleşiyor...  Onun amacı sanki para kazanmak da değil...  Belki de yoldan geçen birileri şarkılarından birini birazcık duysa ona yetecek...  Çok geniş bir şarkı dağarcığı olduğunu biliyorum artık.  Koşarak o kadar çok geçtim ki önünden.  Benim koşuya çıkmadığım günlerde bile o hep oradaydı.  Hiç istemeden geçiyorum gitar çalan şarkıcıyı...  Türkçe sözlü şarkı giderek arkada kalıyor...  Çok geçmeden zayıflayıp duyulmaz oluyor gitarın sesi...

Hiç istemeden geçiyorum bebek arabasını süren bir genç kadını,  köpeğini dolaştıran adamı,  iki tekerlekli koltuğuyla yalnız başına kıyıda dolaşan yaşlı adamı,  zayıflamak için yürürken cep telefonuyla konuşup duran şişko insanları,  patenle kayanları,  bisiklet sürenleri,  mışıl mışıl uyuyan kedileri,  koyları,  adaları...

Hiç istemeden günler,  aylar,  yıllar da böyle geçip gidiyor işte...  Kendi zamanımda sonsuz koşmak istiyorum sanki.  Bacaklarımın direngen devinimi acımasızca sürüklüyor beni son noktasına koşunun.  Yaklaşıyorum işte!  Sevinmeli miyim biteceğine bu koşunun,  bacaklarımdaki ağrıların?


Ö. Özdil
17 Mart 2012



14 Mart 2012 Çarşamba

Duyumlar 13




babam
nedense
çiçekler çizerdi mektubuna...


(Annem söyledi.)
24.Ekim.2011 / Levent


11 Mart 2012 Pazar

Latmos Koşukları XIII




Latmos'un taşları büyüdü...
bir acunsal acıyla büyüdü
bir yürek gibi ansızın
yarılarak kendi yüküne...



Ö. Özdil / 22 Ekim 06 / Kapıkırı





5 Mart 2012 Pazartesi

Anlatı 3





Bulutlar sıcak...  Gölgeler gürültülü...
Bir Osmanlı köşkünün bahçesinde derin düşüncelere gözlerini sımsıkı kapamış bir külkedisinin Mısır yontularını anımsatan kıpırtısızlığında erinçli bir güzellik yuvalanıyor.   İzleyerek dinginleşiyorum...  Bahçedeki kadınlar aslan gövdeli sfenkslere dönüşürken durmadan açıp kapanan ağızlarından dökülen sözcükleri karıncalar sürükleyerek götürüyor.  Oysa iki sfenks yan yana oturduğunda sessizlik konuşur. Yunan sfenksleri neden kadın yüzlüdür?  Dönüp külkedisine bakıyorum...  O kendi içinde oturabiliyor.  Bense gövdemi plastik bir koltuğa yerleştirmiş,  dirseklerimle önümdeki yuvarlak masanın üstüne dayanıyorum.  Artık hiç kimse bağdaş kurup kendi içinde oturmuyor. Söyleşilerse yuvarlak masaların çevresinde koşmaca oynuyor. Masalar belki de bu yüzden yuvarlak...   

Bir genç geliyor sanki yürüyerek kırlardan...  Sol elinde bir yürüyüş sopası,  sırtında bir bez çanta iyice eskitilmiş.  Kimsesiz bir masanın yanına oturup çantasından kalın bir Kemal Tahir çıkarıyor.   Oysa kırlarda özgürce dolaşabilecek biri;  belki de dolaşmaktan usanmış biri.  Betiğini açıp başlıyorsa da okumaya gözleri ikide bir havalanıp süzeduruyor bahçedekileri...  Ah şu gözler! Hiç usanmazlar dolaşmaktan köşe bucağı...

Bence bahçe masaları uzun olmalı.  Öyle uzun olmalı ki bir ucları kırlara doğru uzayıp giderken ağaçların her yöne  dallanması gibi gövdelerinden yeni masalar masalanmalı.  Bu bitimsiz masalarda yeni konuşmalar konuşmalanmalı. Ezgilerini kuşlar kapıp kaçmalı. Sözcüklerinden  hiç görülmemiş çiçekler açmalı...


Ö. Özdil
27 Eylül 10
Adile Sultan Kasrı Öğretmen Evi,  Altunizade.