Omletin tadı yaşama olanağını yitirmiş bir canlının kara yazgısına
bir örtü çekiverir: omlet omlettir artık; yas duyguları içinde yenilmesi
beklenilemez. Düşünmekten kaçınsak da canlı
ya da cansız her varlığın ardında uzunluğu belirsiz bir oluşum zinciri
var. Zincirin bütünlüğünü göz ardı edip yalnızca
son birkaç halkayı görme eğilimi günümüz bilim insanlarında bile giderek
artıyor. Usumuz giderek güdükleşiyor; güdükleştikçe
daha kolay güdülüyor. Kolaylık olsun
diye yaptığımız kestirmelere “inanç” diyoruz. “İnanç turizmi”ne ilgi artıyor;
bu alana yatırım yapanlar güdükleşmeden kazanç sağlıyor. Güdükleşen toplumlar
çok daha büyük kazançların kaynağı oluyor.
Bir bakıma doğal kaynakları artıyor yönetici güçlerin. Horozlar boşuna ötüyor her sabah...
Portakal bahçelerinin arasındaki bir yolda düşüncelere
dalmış yürürken takılıp kalmıştım düşünürün birine. Demiştim ki: “Düşünceleri bıyığına benziyor
bu adamın!” Belli ki içimi çamur atmak isteği sarmıştı doyasıya. Belki de baş döndürücü portakal çiçeği
kokuları arasında bir düşünsel yörünge arayıp da bulamadığımdan kıskançlıkla alaya
alıyordum süpürge bıyıklı düşünürü. Birdenbire düşüncemin yönü önce kutuplara sonra
da ekvatora doğru kaymaya başladı: Niçin
sığınmışlardı Eskimolar kutuplara?
Bedeviler niçin çöllerdeydi? Daha
mı güvenceliydi? Hayır! Güvenceli hiçbir yer yoktu bu
gezegende. Yalnızca koşulları vardı alışkanlıkların. Oysa şiir sigaraya hiç benzemiyordu. Alışkanlık yaptığında bırakıp gidiyordu
bizi...