Ormanın içinde
söylediklerimiz çoktan ölmüş bir ağacın acılar içinde inleyen yaralı gövdesine
yakılmış bir ağıt değildi kuşkusuz…
Sözlerimiz yaşadığımıza ilişkin bir haykırıştı daha çok.
Çamurlu bir
yolda ayı izlerini izleyerek ilkel zamanları anımsatan atıklarla
kirlenmiş yıkık bir işçi yerleşkesine varmıştık. Sessizlik vardı yerleşkede. Bir de ölü bir ağacın inleyen gövdesinin
duyulmaz sesi… Oysa yaşayan ağaçlar yaşadığımızı söylüyordu
hep bir ağızdan…
Üç
kişiydik. Yaşadığımızın ayrımındaydık. Bunu kutlamak için yerleşkeyi kirleten
atıklardan esinlenerek korkunç iğrenç
öyküler kurguladık oracıkta… Decameron
öykülerine benziyordu öykülerimiz. Ancak
bizler vebadan değil acunsal bunalımdan kaçıp sığınmıştık ormana biraz olsun eğlenmek
için. O denli susamıştık ki eğlenceye bir kısacık öyküden bir uzun gülüşe
geçiyorduk hemen. En utanmaz öykülerin
en bayağıları hiç kalırdı bizimkilerin yanında.
Aşağılık
öykülerimizin yazına hiçbir katkısı yoktu kuşkusuz. Yine de gülüp eğlenmiştik kendi
yapıtlarımızla. Gülüşmelerimiz ormanın
tomurcuklu dallarında çınlayadurdu bir süre. Sonra çıkıp döndük evimize. Düzgün adamlar gibi…
Ö.Özdil /5.IV.10
/ Samanlı Dağları’nda bir orman yürüyüşü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder